Çok sevdiğim ‘Peanuts’, bizde daha iyi bilinen adıyla ‘Snoopy’ çizgi serilerinin, günlük hayatımda en çok aklımda yer eden karelerinden birinde şöyle bir diyalog geçer: Charlie Brown’ın en yakın arkadaşı Linus bir maça gitmiştir, maç sonrası arkadaşına heyecanla izlenimlerini anlatmaya başlar; “İnanılmaz bir maç oldu, bizim takım kaybetmek üzereyken son anda oyuncu topu aldı, saniyeler kala koşmaya başladı, o anda bütün stad ayaktaydı, kaleciyle karşı karşıya kaldılar, golü attı ve hemen ardından bitiş düdüğü çaldı, maçı kazandık! Yer yerinden oynadı, herkes birbirine sarılıp sevinç çığlıkları attı, inanamazsın, orada olmalıydın!”. Charlie Brown’ın tepkisiyse hiç beklenmedik şekilde şöyle olur: “Peki ya diğer takım ne yaptı?”.
O kadar çok yaşıyorum ki bu duyguyu, her seferinde Charlie Brown’ı anmadan edemiyorum...
Bugün Dünya Kupası’nda Uruguay ile Gana arasındaki çeyrek final maçında zaten kim kazansa aynı soruyu soracaktım maçın bitiminde. Bu iki takım arasındaki bir çeyrek final maçını izlemenin bu kadar keyif verici olacağını televizyon karşısına oturduktan bir süre geçinceye kadar tahmin etmezdim. Bu iki takımdan birisi daha bilindik, favori futbol ülkelerinden birisi ile mücadele ediyor olsaydı ve yine aynı futbol ortaya konsaydı belki de o kadar etkilenmezdim. Dakikalar geçtikçe ve oyunun rengi bir türlü belli olmamaya devam ettikçe benim de heyecanım artmaya başladı.
Beni asıl heyecanlandıran, ilk defa Afrika Kıtası’ndan bir ülkenin futbol milli takımının yarı finale çıkacak olma ihtimali ile birlikte, tarihinde çok büyük başarılar elde eden, ancak son 40 yıldır önemli bir başarı gösteremeyen, Güney Amerika kriterlerinde oldukça küçük bir ülke sayılabilecek Uruguay’ın tarihi başarısını yineleme ihtimali oldu. İlginçtir ki Uruguay 1930 yılında ilk kez gerçekleştirilen FIFA Dünya Kupası’nın ilk şampiyonu. Sonraki yıllarda da başarılı sonuçlar elde etmiş, 1950 yılında tekrar şampiyon olmuş, ancak 1970 yılından bugüne kadar yarı finalden öteye gidememiş. (Bunları yazarken Türkiye’nin 2002 Dünya Kupası’nda üçüncülük elde etmiş olmasının da ne büyük bir mucize olduğunu hatırlamadan da edemiyorum!). Aynı duyguları 1990 İtalya Dünya Kupası’nda da Kamerun’u çeyrek finalde seyrederken yaşamıştım. Ancak bu sefer her iki ülkeye de sempatim maç ilerledikçe artmaya başlarken, sırf bu nedenden dolayı maç hiç bitmesin istedim. Çünkü hangisi elenirse elensin ben bu sefer mutsuz tarafta olacaktım, “Peki ya diğer takım?” diyerek...
Teknoloji sağolsun öyle bir noktaya geldi ki, TV ekranlarında aynı anda bir futbolcunun attığı golden sonraki gol sevincini an be an izlerken, diğer yandan kalecinin top elinden kaçtığı anda yüz ifadesindeki değişikliği, bir takımın seyircilerinin sevinçle kucaklaşırken, diğer takımın taraftarlarının yıkılmış bir şekilde yüzlerini avuçlarına gömüp hareketsiz kaldığı görüntüleri rahat koltuklarımızda izleyebiliyoruz. Doğal olarak ben herhangi bir spor müsabakasında tuttuğum taraf bir skor kaydettiyse bile, anında diğer tarafla empati kurarak sevincimi kursağımda bırakıyorum. Ki böyle hem tarafsız hem de iki taraf da kazansa ne olur sanki gibi hissettiğim durumlarda sırf bu yüzden maç hiç bitmesin istiyorum. En nihayetinde spor bu ne olacak, tabi ki birisi kazanacak birisi kaybedecek... De diyemiyorum, böyle kilitlenip kalıyorum ekrana...
Niye izliyorum o zaman? Oyunun kendi atmosferini, heyecanını, sonuca giden yoldaki çabaları, oyuncuların bana garip gelen ama aslında çok da normal olan kazanma hırsları için ortaya koydukları mücadeleyi izlemeyi seviyorum sanırım. Bir de sevdiğim ve az çok anladığım sporlarda kişisel hırstan daha önce olan ve onları bu noktalara getiren müthiş yeteneklerine hayran kalıyorum. Ve de bu yeteneklerini ortaya çıkarabilmelerine, yaptıkları “ayak” (bugün olduğu gibi bazen el!) oyunlarıyla milyonları peşlerinden sürüklemelerine...
Bugünkü maçın sonunda teoride kaybeden taraftaydım – en azından son 30 dakika gönlüm biraz daha Gana’ya kaydı – sonuçta farketmeyecek, yarın sabah uyandığımda ben bu maçı çoktan unutmuş, bir sonraki maçlara, bir sonraki Dünya Kupaları’na bakıyor olacağım. Asamoah Gyan hayatı boyunca unutmayacak, Roberto Baggio’nun kaçırdığı penaltı vuruşunu 16 yıldır unutmadığı gibi... Ama her ikisini de biz daima hatırlayacağız. Onlar bu oyunları ezberde bırakanlar, benim için hatırlanmaya değer kılanlar. Yürümeye devam edenler... “Diğer” takımdakiler...