8 Mart 2009

Jai Ho! *


1990'larda bize filminin müzikleriyle "ne hayal ederseniz" diyen Danny Boyle 2000'lerde "zafer gelsin" şarkısı eşliğinde kendi hayallerini gerçekleştirmiş ve zaferini çağırmışa benziyor.

Benim yaşlarımdaki birçok insan Trainspotting'i ilk defa seyrettiğinde yaşadığı hayranlık ve şaşkınlıkla karışık şoku çok net hatırlayacaktır. Film bizi o zamana kadar görmediğimiz bir ritim ve kurguyla, farklı bir anlatım tarzı ve müziklerinin sağladığı bütünlükle, kendi küçük yaşam alanlarımızdan çıkartıp İskoçya'nın soğuk ve ürkütücü varoşlarında başka hayatlarla tanıştırmıştı. 90'ların ikinci yarısında patlayan clubbing kültürünün ilk sinyallerini de bu film ile almıştık sanıyorum. Filmin baş karakteri Renton'ın üzerinde daracık kotu ve montuyla bir gece bir club'da "For What You Dream Of" şarkısı eşliğinde ayaklarını sarkıtarak oturduğu yerde küçük bir çocuk edasıyla salınması hala gözümün önündedir. Tam olarak ne yaptığını ve o anda orada ne aradığını bilemeyen Renton heyecanlı ama ürkek bakışlarla etrafa bakınırken kendi geleceğini kurgulamıştı belki de. Tam da Danny Boyle'ın yaptığı gibi...


Filmdeki her bir şarkı o sahnelere öylesine yerleştirilmişti ki, filmi upuzun bir video klip gibi seyrettiğimi bile düşündürtmüştü bana. Sonrasında geceleri aktığımız her mekanda heyecanla Trainspotting soundtrack şarkılarını çalmasını beklememiz, DJ'e bize en azından Underworld'dan "Born Slippy" şarkısını çalması için müdahale ettiğimiz zamanlar çok da eski gelmiyor bana şu anda...

Aynı duyguları yıllar sonra Slumdog Millionaire'de yaşamış olmamın da bir tesadüf olmadığını düşünüyorum. Danny Boyle filmlerinin o müzikler olmadan bu derece anlam kazanamayacağını bildiğinden olsa gerek, İskoçya'nın varoşlarından Hindistan'ın varoşlarına akarken A.R.Rahman'ın mükemmel şarkıları ile bizleri de bu farklı dünyaya sürüklüyor. Öyle ki, film boyunca müziklerle birlikte aşağı yukarı inip çıkan ruh halimizi, sonunda bizi de filmin kahramanlarıyla beraber bu zaferi kutlamak için dans etmek isteyecek noktaya getiriyor.

Trainspotting Renton'ı birkaç bin sterlin ile yeni hayatına kavuşturarak Danny Boyle'ı da hayallerine yaklaştırırken, Slumdog Millionaire, Jamal'ı bir milyonere dönüştürürken Danny Boyle'ı da hep hayal ettiği ve hakettiği zafere ulaştırıyor!



Jai Ho!

(*) Hint dilinde "zafer gelsin / zafer sizin olsun" anlamlarına geliyor

28 Şubat 2009

David'i Lynch Etmeyelim!

David Lynch'le ilk olarak İkiz Tepeler ile tanıştım. Televizyon tarihinin "mihenk taşları"ndan olarak adlandırabileceğimiz bu diziyi o zaman bir lise öğrencisi olarak Pazar akşamları uykusuzluk çekmek pahasına heyecanla takip ederdim. Magic Box Star 1'in son bölümü yayınlamama nedenini hiçbir zaman anlayamasam ve o dönemde hayal kırıklığına uğramış olsam da sonraları bu olayı da David Lynch film anlayışı içerisinde değerlendirerek, önemli olan sonuç değil felsefesiyle pek fazla da önemsemedim. Beni her bölümde heyecandan heyecana sürüklemiş, "Laura Palmer'ı kim öldürdü?" sorusunun çok ötesinde başka boyutlara götürmüştü bu dizi. Hayatımın son 5 senesinde önemli bir yeri kaplayan Lost'u da sonunda ne olacağından çok her bir bölümün beni nereye götüreceğini düşünerek seyretmemi de David Lynch'e borçluyum sanırım biraz! (Yine de bu sonunda aynı hayal kırıklığını yaşamak isteyeceğim anlamına gelmiyor, aman yapımcılar lütfen!)

İkiz Tepeler'den sonra seyrettiğim her bir David Lynch filmi de içimde benzer bir duygu uyandırmıştır. Filmden keyif almanın vermiş olduğu tatminin yanında neden keyif almış olduğumun, tam olarak da ne anlatmış olduğunu anlayamamanın verdiği hafif huzursuzluk ve boşluk... Lynch severler ikiye ayrılır bana göre. O keyfi alıp filmin anlamını çok da kurcalamayanlar, filmden keyif alıp anlamamanın verdiği tatminsizliği yaşayanlar, bu boşluğu yaşattığı için adamı "Lynch" etmek isteyenler... Çok ortamda gündeme gelmiştir yönetmenin filmleri, sonuç hep aynı kapıya çıkar, saygı duyarız hep beraber yaptıklarına, ama ne anlatmak ister? Bir amacı var mıdır? O kadının aynadaki görüntüsünün altında yatan nedir? Cüce ne söylemek ister aslında? Kırmızı perde neyi ifade eder? Kimse bilmez...


Bugün
!f Ankara Film Festivali'nde izlediğim Lynch: Behind The Curtain belgeseli beni uzun zamandır tam olarak tatmin eden ilk David Lynch filmi olma özelliği taşıyor (O kadar rahatladım ki Lynch çekmemiş olmasa da kendi kişisel tatminimi yaşamış olmanın verdiği heyecanla David Lynch filmi olarak adlandırmak istiyorum ben bu yapıtı izninizle:))

Bütün filmleri için genelleme olmasa da kimi zaman kendisinin de ne yaptığının ve filminin sonunun nereye gittiği hakkında hiçbir fikri olmamasına o kadar sevindim ki! Mesela film çekilirken ortalarında film ekibinden şöyle taleplerde bulunabiliyor: "Bir tane 16 yaşında tek bacaklı bir kız, bir tane 23 yaşında Japon bir kız, yok yok Avrasyalı olsun, 23 yaşında Avrasyalı bir kız, bir de evcil bir maymun bulun bana"!!! Bu belgeselden önce son filmi
Inland Empire'ı (belgesel bu filmin çekimleri sırasında çekilmiş ve ağırlıklı olarak filmin çekimleri sırasındaki David Lynch'i aktarıyor) seyretmiş olsaydım büyük ihtimalle 23 yaşındaki Avrasyalı kızın anlamını bulabilmek için saatler süren tartışmalara girecek, oradan diğer sembollerin önemi hakkında konuşacak ve hiçbir sonuca varamadan sohbetimizi noktalayacaktık arkadaşlarımla...

Bizi bu sonu gelmez tartışma ve polemiklerden kurtardığı için bir kez daha teşekkür etmek istiyorum belgeselin yapımcılarına! Her şey bir yana
David Lynch'i anlamaya (tam olarak anlayamasak da her şeye rağmen sevmeye:)) ve bir kez daha sanatın ve sanatçının önemini görmeye yardımcı olduğu için bu belgeseli tüm Lynch severlere tavsiye ediyorum. Ve de ilhamın, yaratıcılığın ve sanatın acı çekerek gerçekleşeceğini düşünenlere bunun aksine, tüm bunların mutlu zamanlarda ve kendimizi iyi hissetiğimiz anlarda gerçekleşeceğini söyleyen David Lynch'e sırf bu motivasyon kaynağı için bir kez daha teşekkür ediyorum...